Kendi duruşum içerisinde var olmaya çalışıyorum

Yayınlandı: 20 Haziran 2011 / SÖYLEŞİLER
Etiketler:, , , ,
Bu söyleşinin taslak halini bulabildim bu sebeple giriş yazısı ve başlığını hatırlayamıyorum. Yanılmıyorsam başlığı bu şekilde atmıştık. Murat Garibağaoğlu’nu kimileri televizyondan kimileri tiyatrodan tanır. Bana göre onu tiyatrodan tanıyanlar çok daha şanslıdır çünkü sahnede devleşenlerdendir o. Olabildiğince mütevazi, sanki az önce sahnede üstün oyunculuk yeteneğiyle herkesi kendine hayran bırakan o değilmiş gibidir. Bu röportajı yaptığımızda yeni bir diziye başlıyordu. Sonraları o dizi yayından kaldırıldı. Hoş çok da umursamıyordu böyle şeyleri çünkü “memur” hayatını biliyordu. Şimdilerde tiyatroda yeni yeni rollere hayat vermeye devam ediyor… Mutlaka seyretmelisiniz, pişman olmayacaksınız :) Ama önce kimdir bu Murat Garibağaoğlu derseniz buyrun okuyun :)
Sizi tanıyarak başlayalım kimdir Murat Garibağaoğlu?
Ben 1969 Ankara doğumluyum. Babam hakim olduğu için Dinarda bulundum ama çocukluğum Karşıyaka’da geçti. Karşıyakalı sayılırım yani. Anadolu Lisesi’nde okudum. Liseden sonra Radyo – TV okumak için Ankara’ya gittim. Okurken tiyatro ile tanıştım amatör tiyatro ile. İki sene amatör tiyatro yaptım ve Radyo – TV’ yi bıraktım, oyunculuk bölümüne geçtim. 93 yılında mezun oldum. Hayatımdaki en güzel yıllardı, oradaki hocalarıma çok çok teşekkür ediyorum. Sevda Şener’e bütün hocalarıma, onlar sayesinde bu noktaya geldim… Mezun olunca Sevda Hocam sen şehir tiyatrolarına git dedi. Ben de peki hocam dedim ve ondört senedir şehir tiyatrolarında profösyonel olarak çalışıyorum. Çeşitli yönetmenlerle çalışma fırsatım oldu. Beni en çok etkileyenler rahmetli Mehmet Ulusoy başta sonra Macit Koper gibi birçok insan oldu.
Sahra ile başladınız TV oyunculuğuna şu an Dicle’ de oynuyorsunuz. Nasıl dahil oldunuz bu projeye?
Sahra’ya nasıl dahil olduysam o şekilde oldum. Aslı Öyken Taylan beni Ankara’dan tanıyan aynı zamanda orada oyunculuk yapmış bir kişidir. O da Sahra’nın prodüktörüydü, şimdi atv’nin genel yayın yönetmen yardımcısı, Dicle’ye de aynı o şekilde aldı. Bir gün telefon etti hemen sana geliyorum diye beni bir restoranta götürdü allem etti kalem etti inandırdı projeye, bağladı. Yine Aslı sayesinde yani.
 
Halilzat karakterini canlandırıyorsunuz dizide, nasıl bir karakter. Bir ön çalışma yaptınız mı?
Ne yalan söyleyeyim, özel bir çalışma yapacak vaktim olmadı. Ama Halilzat özellikle bu çağda insanlar bir imaj bombardımanı altında kalıyorlar ve ama benimde görüp de alamadığım o kadar çok şey oluyor ki Halilzat’ı da çelişkisi bu galiba. Bir kız görüyo ve bir anda ona vuruluyor. Onu istiyor alamıyor. İsteyip erişememek, isteyip alamamak, olmak isteyip olamamak…  Bunun için özel bir çalışma yapmama gerek yoktu çünkü hayatımda o kadar çok yaşadım ki bunu. Herkes de yaşamıştır.  Halilzat otuz yaşına gelmiş, evlenmemiş, annesine babasına hayırlı evlat olmaya çalışmış, kardeşini büyütmeye çalışmış, babası cezaevinde ölmüş… bir gün artık o da insan olduğunu hissediyor ama bakıyor ki korkunç bir şey var babası sevdiği kızın babasını öldürmüş ve olanaksız bir şeyin içine düşüyor. Belki bu şekilde yürüyerek biraz acılaşabilir. Çünkü ilk defa böyle bir şey oluyor hayatında ilk defa böyle bir şey istiyor ve gerçekleşmiyor, acı bir şekilde gerçekleşmiyor. Bu olay onu biraz acılaştırabilir ilerde.
Oynadığınız rollerle empati kurar mısınız?
Bence bir aktör oynadığı rolle muhakkak empati kurmalı, yoksa yargılar. Mesela Schindler’in Listesi filminde Ralph Fiennes kötü adamı oynuyordu. Şimdi o rolü eline aldığında insan olarak ondan nefret eder. Oysa adam ne yapmıştır ona empati kurmuştur. Diyelim ki kötü bir insanı oynayacaksın onun neden kötü olduğunu düşünmek gerekir. Ben Sahra da da onu yapmıştım.
Dicle’nin töre dizilerinden farklı olduğu söyleniyor. Nedir diziyi farklı kılan?
Dicle daha çok bir masal, insanlar devrik cümleler kurarak konuşuyor, bir üst dili var. Lorca’ nın oyunlarında olduğu gibi. Alican Yaraş bence çok kuvvetli bileği olan bir yazar. Töreyi konu alıyor evet , törenin sosyolojik anlamlarını kullanıyor evet ama 2007 deki töreye bakış olmadığı için belki de öyle yorumlanıyor. Bir masal diye bakıyorum ben. Urfa’ da kötü bir olay oldu biliyorsunuz onu da Macit Koper yazıyor. O dizide toplumsal gerçekçilikle bakılıyor töreye  biz masalsı olarak bakıyoruz herhalde farkı budur.
Orada halkın size bakışı nasıl?
Çok çok iyiler, teşekkür ediyoruz onlara…
Bir rolü tercih ederken belli bir kıstasınız var mı, yani Çemberimde Gül Oya’da da oynarım, Kurtlar Vadisinde de der misiniz?
Bence Kurtlar Vadisi’ni yapan insanlar her yapımcı gibi para kazanmak için başlamışlardır. Ama bazı şeyler sembolik anlamlar taşıyabiliyor. Kurtlar Vadisi bu hale gelmeden önce, toplum içerisindeki dinamikler bu kadar gerginleşmeden önce, dizi sembolik bir anlam taşımadan önce oynayabilirdim, ben bir oyuncuyum. Oradaki rolü insan yapmaktır benim öncelikli görevim. Ama şu anda oynamam çünkü toplumun dinamiği ve politik gidişatı benim için uygun değil. Gerginleşen etnik, politik siyasi bir ortamın içinde yaşıyoruz bu bizi çok etkiliyor. Ben her zaman kendi duruşum içerisinde varolmaya çalışıyorum ama öyle bir nokta geliyor ki tepkini koymak zorunda kalıyorsun. Kendi varoluşum için hep bir noktada durmam gerekiyor. Hayata bir politik bakışın olması gerekiyor zaten var ama bunu yansıtman gerekiyor. Kimleri öldürdüler bu ülkede… Uğur Mumcu’yu öldürdüler, Aziz Nesin’i denediler başaramadılar… Uğur Mumcu, Aziz Nesin, Hrant Dink gibi bu ülkeyi sevmekten başka bir şey yapmayan insanlar öldürüldü. Bu noktada bir tepki koymak gerekiyor. Maalesef Kurtlar Vadisi bunun tersinde bir yerdeymiş gibi duruyor. Belki öyle başlamadılar, hiç böyle bir dertleri yoktu bir gerçekliği taşımaya çalıştılar… Kıstaslar ise şöyle değerlendirilebilir; tiyatro da başka, dizide ve sinemada başka. Öncelikle çelişkisi olan bir rol isterim. Mesela Halilzat nedir, bir tarafta sevdiği bir tarafta kardeşi, bir tarafta öğretilenler ağalık sistemi, bir tarafta içinden geçenler, hep bir çelişkisi var. Tiyatroda böyle roller oynadım. Önemli olan çelişki bence.
Kamera karşısında olmak nasıl bir duygu?
Kamera karşısında olmak değil de kendini TV’den seyretmek çok acayip bir duygu. Tiyatroda oynarsın, yaşarsın ve bitmiştir. Belgelenince olay yerimde duramıyorum. Ahh ne kötü oynamışım, ne çirkin görünüyorum gibi… Herkesin yaşayabileceği şeyler bunlar. Fotoğrafına bakamasın ya aynısının bir dizi halini düşün, çok zor bir şey.
Dizi sektörünü nasıl değerlendiriyorsunuz. Bir sorumluluğu var mı izleyiciye karşı?
Muhakkak. Çok ince bir çizgi, insanın politik bakışıyla sosyoekonomik durumuyla da ilgili. Ama sadece para kazanmak olmaması gerektiğini düşünüyorum. Ve yavaş yavaş yapımcılarda o noktaya geliyorlar bence. İşte diyelim Hatırla Sevgili, hiçbir zaman çok yüksek bir rating almıyor ama tutuyor. Çünkü bu bir prestij. Bu tür şeyler fazlalaşacak. Gelişmelerle iyiye gidiş olacağına inanıyorum. Tabii ki TV bir eğlence kültürü olacaktır her zaman. Ama içinde bir duruşu koruyan işler olacağını düşünüyorum ve oraya doğru gittiğine inanıyorum.
Şehir Tiyatrolarına geçelim birazda son zamanlarda 1 YTL olması ve oyun yazarlarının zarar görmesi tartışıldı. Siz içinden biri olarak nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu?
Şehir tiyatrosunun biletleri zaten 5 YTL idi. Bunu 1 YTL’ ye indirmek bence popülist bir yaklaşım, seçimlerde geliyor. İnsanlar 5 YTL’ yi verebilirler çünkü orada bir değer var. Hintli bir adam var dünyaya Mevlana’yı ve Nasrettin Hocayı tanıtan onun bir öğrencisiyle tanışmıştım bana bir iyileştirme uygulamıştı, bana denmişti ki mukakkak bir şeyi veriyorsan bir şeyi almalısın. Bununla bağlarsam konuyu biz üç ay çalışıyoruz , gerçekten çok uğraşıyoruz, çok büyük sıkıntılar yaşıyoruz kendimize göre ve bir yapıt ortaya koyuyoruz. 50 YTL’ ye satılsın demiyorum ama 1 YTL’ ye de satılmasın. Yazarlar konusunu başkan halletti, kendi cebinden verdi. Ama yazarların koyduğu tepkiye kesinlikle katılıyorum. Ben cumhuriyetten bile eski olan şehir tiyatrosunun daha güçlü durmasını isterim kendi verdiği kararlar ve sözler konusunda.
Oyunların yenilikçi olmadığından dert yanılıyor, hep aynı oyunlar diye… Sizce de öyle mi?
Nasıl bir Süleyman Demirel’i başımızda tuttuysak elli yıl aynı şekilde yazarları da tutuyoruz. Türkiye’de lider çevresinde oluşan bir erk var. Neden yeni yazarlar gelmiyor, yazar para kazanamıyor ki… Az önce konuştuğumuz şeyler. Şimdi diziler var, yazarlar yazıyor, parasını alıyor çoluğunu çoçuğunu da geçindirebiliyor. Tiyatro yazarlarını destekleyen, özendiren yarışmalar, yaklaşımlar yok. Bir oyun koymaya çalışıyorum, ben kukla ile ilgileniyorum fakat bu sene yapamadım işimi çünkü başka şeyler girdi araya. Nisanda vermiştim teklifimi sonuç olarak yeni insanlar neden gelmiyor çünkü izin verilmiyor.
Sinema’da yer almayı düşündünüz mü?
Çok isterim tabii ki. Çamurda oynamıştım Derviş Zaim’ in ama benim sahnelerimi attı, benle birlikte bir altı yedi kişininkini attı çünkü hikaye ile oturmadı. Sinemayı çok istiyorum ama teklif almadım. Fatih Akın’a bayılıyorum onun bir filminde oynamayı çok isterim.
Kendinizi yetiştirirken hangi yazarlar ya da şairlerden etkilendiniz?
Türkiye’de şiirle ilgilenip Nazım Hikmeti es geçmek imkansız. Ahmet Arif’i de öyle. Can Yücel’i çok severim. Şiir fanatiği idim çocukken Ankara’da Dost Kitapevine gider o ay ne çıktıysa okurdum. Almazdım param yoktu çünkü onlarda izin verirdi okumama sağolsunlar. Şimdi çok takip edemiyorum ama şiir çok önemli bir oyuncu açısından çünkü metaforu anlamanızı sağlıyor.
Son olarak yeni projeler var mı?
Kafamdaki şey, Küçük Kara Balık. Oyunlaştırmaya çalıştım elimden geldiğince, kukla olarak hem çocuklar hem büyükler için. Temmuz, ağustos gibi başlayacağım çalışmalara.

Yorum bırakın